Kopenhag Gezi Rehberi: En İyi Günlük Rota ve Öneriler
- Gezmedeyinceben
- 6 Eki
- 15 dakikada okunur
Kopenhag Gezi Rehberi: Danimarka’nın başkenti Kopenhag, hem tarihi zenginliği hem de modern tasarım anlayışıyla İskandinavya’nın en çok ziyaret edilen şehirlerinden biri. Şehir, kompakt yapısı sayesinde yürüyerek ya da bisikletle rahatça gezilebilecek kadar düzenli. Tabii gittiğiniz mevsime göre bu değişebilir ama eğer bizim gibi yaz sezonunda gidiyorsanız şehri yürüyerek keşfetmek gibisi yok.
“Sadece yaşamak yeterli değil” dedi kelebek, ”gün ışığına, özgürlüğe ve biraz da çiçeğe sahip olmalı.” H.C. Andersen

Dünyanın en mutlu ülkelerinden biri olan Danimarka’nın bu mutluluğunun altında yatan şey aslında Hygge felsefesi. Bu anlayış yukarıdaki örnekte olduğu gibi Andersen’in masallarında bile vurguladığı, hayatı dolu dolu yaşamak ve her anın değerini bilmek üzerine kurulu. Danimarka kökenli bir mutluluk felsefesi olan hygge, küçük şeylerden keyif almayı, sevdiklerimizle kaliteli vakit geçirmeyi ve anın tadını çıkarmayı önceler. Birçok Danimarka geleneği de bu felsefe temelinden hareketle ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Danimarka'da insanlar soğuk iklime ve yüksek vergi oranlarına rağmen gerçekten mutlular. Hygge ruhunu iliklerimize kadar yaşadığımız bu tatilimizi sizlere de anlatarak birlikte tekrar yaşayalım istedim.
Kopenhag Gezi Rehberi:Kopenhag Havalimanından Şehre Ulaşım
Türk Hava Yolları'nın yaklaşık üç saatlik uçuşu ile Kopenhag şehrine varıyorsunuz. Şehre iner inmez pasaport görevlisinin güler yüzü karşılaşınca mutlu insanların ülkesine geldiğimizin ilk işaretini görmüş olduk. Bize nasıl olduğumuzu ve kaç gün kalacağımızı sorduktan sonra iyi eğlenceler dileyerek uğurladı. Çok hızlı bir şekilde kontrolden geçip ülkeye giriş yapmış olduk. Biz otelimizi şehir merkezinde bulunan ana tren garının yakınında seçtiğimiz için havalimanından tren ile yaklaşık 15 dakika gibi bir sürede şehir merkezine vardık. Kısa bir yürüyüş sonrası otele varıp eşyalarımızı bıraktık ve kendimizi güneşli Kopenhag sokaklarına attık.

Kopenhag Seyahat Rehberi: 1. GÜN
İlk gün bir program dahilinde gezmek yerine biraz daha serbest şekilde sokaklarda dolaştığımız bir rota izledik. Otelimiz kanala yakın olduğu için biraz kanal boyu yürüyüp güneşin tadını çıkardık. Kopenhag’a gelmeden hayalini kurduğumuz hamur işi lezzetlerin ilkine Hans Coffee’de kavuştuk. Kanal kıyısındaki masalara oturup kruvasan-kahve eşliğinde şehrin ruhunu hissetmeye başladık. Daha sonra kısa bir yürüyüş ile kendimizi Kopenhag’ın merkezinde yer alan ve Avrupa’nın en uzun yaya alışveriş caddelerinden biri olan Stroget Caddesi’nde bulduk.
Stroget Caddesi
Dünyaca ünlü markaların mağazalarının yanı sıra sokak sanatçılarıyla da şehrin canlı atmosferini hissetmek için ideal bir yer. Aynı zamanda İskandinav minimalizmini hissedeceğiniz Hay mağazasını da bu cadde üzerinde ziyaret edebilirsiniz. Ve hayatımızda yediğimiz en iyi sosisliyi de bu cadde üzerinde bulunan Dop’da yedik. Siz de bizim gibi sokak lezzetlerini seviyorsanız yemeden dönmeyin derim. Kopenhag bakery dükkanlarının hayalini daha gitmeden kurmaya başladığımız için günde tek bir kruvasan ile yetinmedik tabii ki :) Bir sonraki durağımız kakuleli kruvasanları ile ünlü Hart Bakery oldu. Konum olarak Rosenborg kalesine yakın olduğumuzdan ve şansımıza havanın da güneşli olmasından aldığımız lezzetleri lokaller gibi davranıp kalenin bahçesinde çimlere uzanıp güneşin tadını çıkararak piknik yaptık.

Rosenborg Kalesi
Rosenborg kalesi 1606 yılında Kral IV. Christian tarafından yazlık saray olarak kırmızı tuğlalı bir yapı şeklinde inşaa edilmiş ve bugün Danimarka’nın en önemli müzelerinden biri konumunda. Kale içerisinde 17. yüzyıldan kalma mobilyalar, tablolar ve kraliyet portreleri mevcut. En çok ziyaret edilen kısımlar ise kralın taht odası ve taç mücevherlerinin bulunduğu kısım. Müze kısmı dönemsel olarak bazı günler kapalı olabiliyor. Seyahatiniz öncesi mutlaka kontrol edin. Bizim gibi müze gezmeyi sevmeyenler için de Kongens Have (Kralın Bahçesi) şehrin en popüler parklarından biri. Yerel halkın sık sık piknik yaptığı, güneşli günlerde çimenlere uzandığı bu parkta yukarıda bahsettiğim gibi biz de Hygge anlarımızı yaşadık.
Çimlerde yuvarlandıktan sonra şehir turumuza kaldığımız yerden devam ettik. Hepimizin Danimarka dendiğinde ilk aklımıza gelen Nyhavn’a geldik.

Nyhavn
Kopenhag’a giden herkesin mutlaka uğradığı yerlerden biri Nyhavn. Şehrin tam merkezinde, Kongens Nytorv Meydanı’nın hemen yanında uzanan bu renkli liman, aslında 1600’lü yıllarda ticaret gemilerinin yük boşalttığı ve denizcilerin konakladığı bir bölgeymiş. Bugünse şehrin en hareketli ve en fotojenik köşelerinden biri.

Nyhavn’ı bu kadar popüler yapan kısım, kanal boyunca sıralanan renkli tarihi evler. 17. ve 18. yüzyıldan kalma bu yapılar eskiden gemicilerin kaldığı evlermiş, şimdi ise restoran, kafe ve bar olarak kullanılıyor. Özellikle akşamüstü, güneş batarken buradaki manzara hem yürüyüş hem de fotoğraf için en güzel zaman. Eğer şehri bir de su üzerinden görmek isterseniz kanal turlarına da yine buradan çıkabilirsiniz.
Ayrıca dünyaca ünlü masal yazarı Hans Christian Andersen, hayatının bir döneminde Nyhavn’daki evlerde yaşamış. Hatta “Küçük Denizkızı” gibi bazı masallarını burada yazdığı biliniyor. Bu yüzden Nyhavn sadece eğlenceli bir bölge değil, aynı zamanda kültürel açıdan da önemli. Eğer ziyaret etmek isterseniz farklı farklı dönemlerde 18, 20 ve 67 numaralı evlerde yaşamış.
Nyhavn turumuzun ardından Tivoli’yi ziyaret etmek istedik fakat saat olarak hem gündüz hem de gece ışıklı halini görebileceğimiz bir vakitte gitmeyi amaçladığımız için öncesinde ufak bir mola vermek istedik. Kopenhag’ın yerel bira üreticilerinden olan Aben’in Kodbyen bölgesindeki yerine gidip biramızı içerek işten çıkan Danimarkalılar ile sosyalleştik. Buradaki insanlar için soyalleşmek çok önemli. Mesai bitimlerinde eve gitmeden önce soluğu bir bira bahçesinde, restoranlarda ya da hava güzelse parklarda alıyorlar. Ve sosyalleşirken telefon kullanmayıp anın tadını çıkarıyorlar.
Kodbyen
Kodbyen, 1800’lü yıllardan beri mezbaha olarak kullanıldıktan sonra restorasyonla şehrin gastronomi ve eğlence alanlarından biri halini almış. Bölge özellikle gastronomi açısından oldukça ünlü. Sokaklarda hem Michelin yıldızlı restoranlar hem de daha rahat konseptli burgerciler, pizzacılar ve bira barları bulunuyor. Özellikle hafta sonları hem yerel halk hem de turistler için yoğun bir buluşma noktası. Akşam saatlerinden itibaren barlar ve kulüpler hareketleniyor, sokaklar canlı bir atmosfere bürünüyor. Bunun yanında gün içinde sanat galerileri, sergiler ve kültürel etkinlikler de ziyaretçilere farklı bir deneyim sunuyor.

Biramızı içip akşam güneşinin tadını çıkardıktan sonra gün batımına yakın şehrin en büyüleyici noktalarından biri olan Tivoli Bahçeleri’ne geldik. Çünkü hem gün ışığında hem de güneş battıktan sonraki ışıklı atmosferi görmek istedik.
Tivoli Bahçeleri
Kopenhag’ın tam merkezinde, tren istasyonunun karşısında yer alan Tivoli Bahçeleri, şehre gelen hemen herkesin uğradığı bir nokta. 1843’te açılan bu eğlence parkı, dünyadaki en eski parklardan biri olmasına rağmen hala capcanlı. Üstelik sadece bir lunapark değil; konserlerden ışık gösterilerine, tiyatro sahnelerinden restoranlara kadar pek çok etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Parkta hem nostaljik hem de modern eğlenceler bir arada. Örneğin, 1914’ten beri kullanılan ahşap hız treni Rutschebanen hâlâ çalışıyor ve klasik Tivoli deneyimlerinden biri sayılıyor. Daha adrenalin dolu bir şey arayanlar için yüksek hızlı roller coaster’lar da mevcut. Çocuklu aileler ve benim gibi diğer aletlerden korkanlar için ise dönme dolap, atlıkarınca ve daha sakin eğlenceler de var.

Tivoli’yi özel kılan bir diğer nokta, gündüz ve gece arasındaki deneyimin de çok farklı yaşanıyor olması. Gündüz parkı gezerken rengârenk çiçekler, göletler ve yürüyüş yolları ön plana çıkıyor. Akşam olduğunda ise yüzlerce ışık süslemeleri, gösteriler ve canlı müzik ile park bambaşka bir atmosfere dönüşüyor. Bu yüzden her iki deneyimi de yaşayacak bir saatte uğramak en mantıklısı olacaktır.
Tivoli’deki temalar da yılın farklı dönemlerine göre değişim gösterebiliyor. Mesela yaz aylarında konserler ve açık hava etkinlikleri yoğunken, kışın kurulan Noel pazarı özellikle çok ilgi görüyor. Giriş çıkış saatleri, ücretler ve parkın yoğunluğu da güne, mevsime ve döneme göre farklılık gösteriyor. Bu yüzden belki biletleri önceden alıp sıra bekleme zahmetinden kurtulmak faydalı olabilir. Biz nispeten daha az yoğun bir dönemde ziyaret ettiğimiz için çok kolay giriş yaptık ama seyahatinizi planlarken Tivoli’ye gideceğiniz günü ve saati de önceden ayarlamanız faydalı olacaktır.
Tivoli Bahçeleri’nin dünya tarihindeki en büyük önemi ise şu an dünyanın en büyük eğlence merkezi olarak kabul edilen Disneyland’e ilham kaynağı olması. Walt Disney 1951 yılındaki Avrupa seyahati sırasında Tivoli Bahçeleri’ni de ziyaret ediyor ve buradan çok etkileniyor.Onu etkileyen şey buradaki oyuncaklar olmuyor elbette; Tivoli’nin bir bütün halinde bahçeler, göletler, gösteri alanları ve yemek yerlerinden oluşması Disneyland’i tasarlarken ilham aldığı özellikler oluyor.
Biz öyle çok eğlence parkı çifti olmadığımız için parkta 1,5-2 saat zaman geçirdikten sonra akşam yemeği yemek için parktan ayrıldık. Tivoli içinde de birçok yemek seçeceği mevcut bu arada ama bizim denemek istediğimiz bir balıkçı olduğu için parkta yememeye karar vermiştik. Parkın diğer kapısından çıkıp biraz yürüdükten sonra karşınıza Palads Teatret adlı sinema salonu çıkıyor. Dış cephe renklendirmesinden dolayı şehrin en popüler fotoğraf noktalarından biri. :) Kısa bir fotoğraf molası verdikten sonra Hooked adlı şirin restorana ulaştık.
Kopenhag: Hooked
Hooked, Kopenhag’da deniz ürünleri satan, salaş ama lezzet odaklı bir restoran zinciri. İlk olarak sokaklarda bir araçta balık satarak başlayan bu işletme daha sonra çok beğenilince işini büyüterek şehirde birkaç şube açmış. Şube açtıktan sonra da çizgisinde bir değişim olmamış ve mottolarını deniz ürünleri süslü tabaklarla değil, taze ve kaliteli malzemeyi samimi bir atmosferde sunmak olarak belirlemişler. Ortamını biz çok beğendik. Tatlı, şirin bir dükkanda lezzetli balıklar yedik. Başlangıç olarak balık taco ve kalamar kızartma söyledik. İkisinin de tadı damağımızda kaldı. Ana yemek olarak da mekanın imza menüsü olan fish & chips denedik. Patatesler çıtır, balık da oldukça lezzetliydi. Güzel akşam yemeğimizin ardından otele dönüp ertesi gün için dinlenmeye geçtik. İlk günün hasılatı 30.000 adım oldu :)
Kopenhag Seyahat Rehberi: 2. GÜN
İkinci günün sabahı Kopenhag bizi yağmurlarıyla karşıladı. Bir sonraki kahvaltı durağımız olan Atelier September için yola çıktık. İnce yağmurun altında yarım saatlik bir yürüyüş sonrası mekana vardık.Uygulamadan çok yağmayacağı ve öğlene kadar biteceği yazıyordu, biz de o cesaretle çok önlem almadan yola çıktık.
Kopenhag: Atelier September

Atelier September, şef Frederik Bille Brahe tarafından kurulmuş bir kafe-restoran ve sanat-tasarım mekanı olarak geçiyor. Başlangıçta eski bir galeride hizmete başlamış, antika mobilya, grafik, eserlerle dolu bir butik olarak kurulmuş ve zamanla hem menüsü hem konsepti gelişmiş. Mekanın içi iskandinav sadeliği ile açık mutfak, ahşap malzemeler ve farklı farklı dekorasyon objeleriyle tam bir tasarım odaklı mekan olarak düzenlenmiş. Menüleri kahvaltı ve hafif öğle yemeği üzerine hazırlanmış ki biz de kahvaltısı için gelmiştik. En popüler ürünleri olan avokado tost, morning plate ve yaban mersinli pankek siparişi verdik. Ben yaban mersinli pankeklerine bayıldım. Buradaki ekşi mayalı ekmekler de yine Kopenhag’ın en ünlü fırınlarından olan Juno the Bakery’den geliyor. Mekan rezervasyon almıyor, o yüzden sıra beklemek istemezseniz bizim gibi erken saatlerde gitmekte fayda var.
Kahvaltı sonrası şehri keşfetmek için yola çıktığımızda yağmurun biraz daha hızlandığını farkettik fakat içimizdeki Türk rahatlığıyla “bir şey olmaz ya” deyip yürüyüşümüze Atelier September’ın da üzerinde yer aldığı Kronprinsessegade caddesindeki ara sokaklarda yer alan evleri keşfederek devam ettik.
Kronprinsessegade
Bu cadde 1795’de çıkan büyük yangından sonra şehrin yeniden inşasının bir parçası olarak ortaya çıkmış. İsminden de anlaşılacağı gibi dönemin veliaht prensesi tarafından insanların yerleşimini sağlayacak bir bölge olarak tasarlanmış. Sokak boyunca yer alan evlerin büyük çoğunluğu neoklasik mimari stilinde Johan Martin Quist, Andreas Hallander gibi dönemin önde gelen ustaları tarafından yapılmış. Rengarenk çok tatlı evler bulunuyor. Fotoğraf çekimi için güzel noktalardan biri.

Nyboder Evleri
Bu caddenin devamında şehrin en karakteristik bölgelerinden biri olan Nyboder Evleri yer alıyor. Bu konutlar ilk olarak 1631 yılında dönemin Danimarka kralı tarafından, Kraliyet Donanması’nın askerleri ve aileleri için inşa edilmiş. Hatta şu an bile hala buradaki evlerde Danimarka Donanması mensuplarının aileleri yaşıyormuş. Bu bölgedeki evler belirli bir mimari düzene göre tasarlanmış ve hala o düzen korunuyor. İki katlı basit cepheli evlerin yan yana, sıralı olarak konumlanmasından oluşuyor. En karakteristik özellikleri ise dış cephelerinin geleneksel olarak hardal sarısı renkte boyalı olması. Bu renk öylesine ünlü olmuş ki Danimarka’da Nyboder-gul yani Nyboder sarısı diye anılıyormuş. Çatılar ise genellikle kırmızı kiremitli, pencereler küçük ve düzenli aralıklarla yerleştirilmiş. Burası da yine mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri.

Kastellet
Sıradaki durağımız ise Nyboder evlerine yakın konumda bulunan Kastellet. 1660’larda dönemin tipik askeri mimarisine uygun olarak yıldız şeklinde inşa edilmiş bir kaledir. Bu yapının inşaa amacı şehri korumak ve stratejik bir üs kurmaktır. Şu an hala burası askeri alan olarak kullanılsa da aynı zamanda halka açık bir yer. Etrafı yeşillikle kaplı bir park ve yıldız şehrinde bir kanalın ortasında bulunuyor. Özellikle sonbaharda yağmursuz havalarda harika zaman geçirilecek bir alan. Tabii biz yağmurlu bir havada denk geldiğimizden bizim için çok zorlu bir gezi oldu. Bunda bizim önlem almamız da etkiliydi ama kısa süreli bir tur atmış olsak da buraya bayıldık.

Eğer bir kez daha Kopenhag’a gitme şansımız olursa mutlaka buraya bakery ürünleriyle gelip piknik yapmak istiyoruz. Yerel halkın da sık sık yürüyüş ve koşu yapmaya geldiği bir yer. Etrafta askerlerin olmasını ilk başta garipsiyorsunuz ama sonradan alışıyorsunuz. Kale içinde Hollanda tarzı tarihi bir yel değirmeni bulunuyor. Özellikle fotoğraf severler için çok popüler bir nokta. Askeri barakalar hala kırmızı tuğlalı binalarıyla dimdik ayakta duruyor. Kalenin Nyboder tarafına yakın girişinde bir İngiliz Anglikan kilisesi olan At. Alban’s bulunuyor. Neo-gotik tarzdaki bu kiliseyi de girişten görebiliyorsunuz.
Kalenin etrafında bir tur attıktan sonra sucuk gibi olduğumuz için biraz titremeye başladık. Fakat buraya kadar gelmişken Kopenhag’ın en öneli simgelerinden biri olan Küçük Deniz Kızı’nı görmeden gitmek olmazdı. Kalenin diğer kapısından çıkıp bir 5 dakika yürüdüğünüzde hemen karşınıza çıkıyor. Bu yüzden gezi rotanızda Kastellet ve Küçük Deniz Kızı’nı birlikte planlayabilirsiniz.

Küçük Deniz Kızı
Heykel, Andersen’in 1837’de yayımladığı Küçük Deniz Kızı masalından esinlenerek 1913 yılında Carlsberg bira fabrikasının sahibi Carl Jacobsen tarafından şehre hediye edilmiştir. Deniz kıyısındaki bir kaya üzerine konumlanmış heykelin masaldaki insan olmak ve deniz kızı kalmak ikilemini simgelediği iddia ediliyor. Boyu sadece 1,25 metre olan heykeli ilk kez görenler genellikle “beklediğimden çok küçükmüş” diyorlar. Açıkçası bizde de o his oluştu ama şehrin en önemli simgesi olarak kabul edildiği için ve çok yakına gelmişken de görmeden dönmek istemedik. Heykelle ilgili öğrendiğimiz ilginç bilgi de birçok kez saldırıya uğraması oldu. Başı kesilmiş, farklı renkte boyanmış ve hatta denize atılmış ama hepsinden sonra onarılıp tekrar yerine konmuş.

Öğleden sonraki rotamızı biraz daha gastronomik bir tur şeklinde planladık. Tabii öncesinde turumuza devam edebilmek adına kendimizi bir H&M mağazasına attık. Baştan aşağı sırılsıklam olduğumuz için bütün kıyafetlerimizi yenileyip Danimarka yağmuruna hazırlıklı hale gelerek turumuzun ikinci bölümüne başladık.
Bu kadar ıslanmak ve şehir gezisinden sonra hamurişi yemeyi hak ettiğimizi düşünerek ilk durağımızı BUKA olarak belirledik. Şehir içinde birçok şubesi bulunan bu dükkanın imza lezzeti antep fıstıklı kruvasanlarıdır. Çıtır kruvasan ve içindeki antep fıstığı kreması oldukça başarılıydı. Yağmurda çok ıslandığımızdan içimiz ısınsın diye bir de sıcak çikolata söyledik. Açıkçası iki tatlı birden çok bayar mı diye düşünmüştük ama hiç öyle olmadı. Tam çıkarken de gözümü ekmeklerden alamadım ve tuzlu biberli ekmeklerinden de aldım. Şehri gezerken burası da mutlaka listenizde olan yerlerden biri olsun.

Danimarka mutfağı denince akla ilk gelen lezzetlerden biri Smorrebrod. Kelime kökeni olarak tereyağlı ekmek anlamına gelse de günümüz gastronomik ortamında çok daha zengin bir hale gelmiş. Genellikle koyu renkli, yoğun ve besleyici çavdar ekmeği üzerine tereyağı sürülmesi ardından da bol malzemeyle süslenmesiyle hazırlanır. Genelde balık, et ve sebze bazlı olan Smorrebrod’un üstü çok süslü olarak hazırlanır ve minik bir sanat eseri gibi görülür. Bu geleneksel lezzeti Kopenhag’da tadacağınız en iyi yer ise Torvehallerne.
Kopenhag: Torvehallerne
Kopenhag’ın merkezinde modern ve şık bir gastronomi pazarı olarak bilinen Torvehallerne hem yerel halkın hem de turistlerin uğrak noktası. 2011 yılında iki büyük cam bina ve açık alanlardan oluşacak şekilde inşa edilmiştir. İçinde yaklaşık 60’tan fazla tezgâh ve restoran bulunan bu pazar yerinde çok farklı gıda ürününe taze olarak ulaşmak mümkündür. Organik meyve-sebzeler, şarküteri ürünleri, peynirler, taze balık ve deniz ürünlerinin yanı sıra Smorrebrod burada mutlaka denenmeli.
Kopenhag: Hallernes Smorrebrod
Hallernes Smorrebrod bu konuda en popüler yerleden biri olarak biliniyor. Bunların yanında yine kahve ve bakery ürünleriyle birlikte dünya mutfağına ait ürünleri de bu pazarda çok rahat bulabilirsiniz. Modern, canlı ve aynı zamanda da çok rahat bir ortamı var. Özellikle öğle saatlerinde hem yerel çalışanlar hem turistler buradan yemek molası için geçiyor. Kalabalıktan kaçmak için hafta içi sabah veya öğleden sonra gitmek en uygun zaman olabilir. Biz yağmurlu bir günde gittiğimiz için iç kısımda oturmak zorunda kaldık ve yer bulmakta biraz zorlandık.
Kopenhag: Warpig

Buradan sonraki gastronomi durağımız ise yine Kodbyen bölgesi oldu. Yerel bira üreticilerinden Mikeller ile birlikte hizmet veren Warpig’te ufak bir atıştırma için oturduk. Burada ana yemek olarak brisket, tavuk kanadı ve sosis seçeneklerinin yanında coleslaw, patates salatası ve mac & cheese ile bir menü oluşturmak mümkün. Yiyecekleri oldukça lezzetli olan mekanda yerel Kopenhag biralarını da bulabiliyorsunuz.
Kopenhag: Baest

Gastronomik turumuzun finalini 2023 yılında Avrupa’nın en iyi ikinci pizzacısı seçilen ödüllü mekan Baest’te bir akşam yemeği ile yaptık. Burası da yine diğer mekanlar gibi sürdürülebilir ve organik ürün kullanımına odaklı bir işletme. En önemli özelliklerinden biri de tüm et ve süt ürünlerini kendi çiftliklerinde üretiyor olmaları. Burada yediğimiz mozzarella bize göre Napoli’den sonraki en lezzetli peynirdi. Menüleri odun ateşinde Napoli pizza, kendi yaptıkları mozzarella, burrata ve ricotta peynirlerinden başlangıçlar ve yine kendi çiftliklerinden gelen şarküteri tabaklarını içeriyor. Mekandaki zeytinyağları ise Sicilya’dan özel geliyormuş.
Mekanın içi şık ama aynı zamanda sade bir yapıdaydı. Konum olarak Kopenhag’ta gençlerin daha fazla olduğu hareketli bölgelerinden biri olan Norrebro’da yer alıyor. Yolda yürürken iki adımda bir mekanlardan caddeye taşan genç kalabalıklara rastladık açıkçası. Burası için rezervasyonu belki biraz erkenden yaptırmanız gerekebilir. Biz de 2 dün önceden rezervasyon yaptırırken en erken akşam 9 için uygunluk vardı. Pizzaları da oldukça başarılı fakat Napoli’deki Napoli pizzasının yeri bizim için ayrı.
Bugün yağmura rağmen yaklaşık 40 bin adım atarak Kopenhag’ta en fazla yürüdüğümüz gündü. Bu kadar şey yememizi de anca böyle bir yürüyüş dengelerdi:)

Kopenhag Seyahat Rehberi: 3. GÜN
Şehirdeki üçüncü günümüzü biraz daha merkeze uzak olan Refshaleoen bölgesini keşfetmeye ayırdık. Mesafe olarak uzak olduğu için bu kez toplu taşıma kullanmayı tercih ettik ve kendimize 24 saatlik City Pass biletlerinden aldık. Bu biletlerle 24 saat boyunca istediğiniz toplu taşımayı kullanabiliyorsunuz. Eğer hava soğuk veya yürüyerek gezmeyi sevmiyorsanız 24, 48 ve 72 saat olan Kopenhag kart almanızı tavsiye ederim. Bu kart ile tüm toplu taşımaların yanı sıra 80’den fazla müze, kanal turu ve Tivoli bahçelerine de kart ile girebilirsiniz. Sabah ana tren istasyonu önünden kalkan 2A numaralı otobüse binip güzergahın sonuna kadar gittik. Yaklaşık 15 dakikalık bir yolculuğun ardından güne ilk olarak güzel bir kahvaltıyla başlamak istediğimizden hemen Lille Bakery’ye geçtik.
Lille Bakery

2018 yılında eski bir depo alanında kurulan bu mekan Danca küçük anlamına gelen “Lille” adını almış. İç tarafı iki katlı olan mekanın alt kısmı daha çok fırın ve satış alanı olarak kullanılırken üst kat ve bahçesi ise misafirlerin oturması için tasarlanmış. Mekan öncelik olarak yerel, organik ve sürdürülebilir kaynaklardan besin elde etmeyi amaçlıyor. Bu sebeple ürünlerini de bölgedeki çiftçiler, un üreticileri ve balıkçılarla iş birliği içinde hazırlıyorlar. Menülerini belirlerken de doğallık ve mevsimselliği ön plana katıp hangi mevsimdeysek ona ait malzemeler ve taze ürünler kullanılarak günlük menüyü oluşturuyorlar.
Ben ilk başta menüyü incelerken itiraf etmeliyim ki bütün hevesimi kaybetmiştim. Sadece ekmek tereyağı ve peynir üzerine kurulu bir menü vardı. Burak’a sen kendine göre bak ne istersen sipariş ver dedim. O da ekmek, tereyağı ve peynirden oluşan bir kahvaltı tabağı, mantarlı çörek ve bir de blomster bun adlı bir tatlı siparişi vermiş. Niyetim biraz tadına bakmakken bir çatalda kendimi kaybettim. Hem hamur işi ürünleri hem de kendi yaptıkları keş maya ekmek ve tereyağının lezzeti harikaydı. Daha çok şey söylemediğimiz için pişman oldum ama çok sıra olduğu için de tekrar sipariş veremedim. Uzak olsa da Kopenhag’ın en popüler yerlerinden biri olan Lille Bakery için sabah erken saatlerde gelmekte fayda var çünkü önünde çok sıra oluyor ve ürünlerinin erkenden bitme ihtimali var. Gerçekten bizim de açık ara en çok beğendiğimiz yer oldu
Güzel kahvaltımızın ardından biraz yürüyüş yapmak için yine şehrin en önemli merkezlerinden biri olan Freetown Christiania bölgesine geçtik.
Christiania

Kopenhag’ın en farklı yerlerinden biri de 1971 yılında askeri kışlanın hippiler tarafından işgal edilerek kurulan Christiania yani Freetown bölgesi. Burayı işgal eden topluluk başlangıçta ülke yasalarını çok umursamayan bir öz yönetim biçimini benimsemiş. Hatta Danimarka polisi buraya müdahale edemiyormuş. Fakat zamanla devletle anlaşmalar yapılmış, mülk hakları ve yasal düzenlemerle ülkenin biraz daha parçası olunmuş. Bu konuda Christiania’nın en tartışmalı yeri ise Pusher Street adı verilen sokak. Yıllarca açıkça esrar ve benzeri maddelerin satıldığı yer olarak biliniyor. Ancak 2024’ün başlarında, yerel halk ve yetkililer arasında yapılan anlaşma sonucunda Pusher Street’teki açık satış resmi olarak durduruldu. Bu illegal satışlar Danimarka yasalarında her zaman yasaktı fakat Christiania’nın hoşgörü anlayışı nedeniyle burada serbestçe satılabiliyordu. Artık sadece el altından satışı yapılıyor deniyor. Hatta bu bölge içinde koşmak yasak çünkü bu polis baskını yapıldığının bir işareti olarak algılanıyor.

Christiania’nın içine girince ruhunu da hissetmeye başlıyorsunuz. Buradaki insanlar alternatif yaşam biçimine, yaratıcılığa, sanat ve topluluk değerlerine çok ağırlık veriyor. Tüm binalarda farklı renk ve şekillerde grafitiler görmek mümkün. Bölgede yürürken sokak sanatlarına, el yapımı yapılara ve organik bahçelere rastlamak mümkün. İçeride arabalar genellikle yasak, daha çok yürüyüş ve tabii ki bisiklet ile gezinti yapabiliyorsunuz. Alan içindeki yollar, evler, dükkanlar büyük ölçüde topluluk üyelerinin kendi çabalarıyla, üretilmiş ya da dönüştürülmüş materyallerle yapılmış. Bu açıdan sürdürülebilirlik de buradaki en önemli yaşam tarzı diyebiliriz.
Christiania yerel halk ve turistlerin rahatça girebileceği açık bir alan hatta son dönemde oldukça turistik bir hale gelmiş fakat bazı kurallara dikkat edilmesi bekleniyor. Özellikle fotoğraf çekme konusunda Pusher Street çevresi biraz hassas bu yüzden fotoğraf çekilen ve çekilemeyen alanlar mevcut. Sokaklarda yürüyüş yapmak, sokak sanatını keşfetmek ve kafe ve restoranlarda oturmak oldukça keyifli. Ayrıca yeşil alanlar ve kanal kenarı yürüyüşleri de yine güzel bir hava katıyor insana. Buraya ayrıca Nyhavn’da bulunan yaya ve bisiklet köprüsünü kullanarak rahatça ulaşabilirsiniz.

Kopenhag: Popl Burger
Christiania yürüyüşümüzün ardından açlığımızı dindirmek için hemen yakınlarda bulunan Popl Burger’e oturduk. Burası 2020’de pop-up olarak açılıp sonrasında yerel halk ve turistler tarafından çok beğenilince kalıcı olan bir dükkan. Menülerinde et burgerlerin yanında vegan ve vejetaryen seçenekler de mevcut. Biz hamburgerlerini baya beğendik. Mekanın mottolarından biri de müşterilere organik ürünlerden yapılan yiyecekleri sunmak hatta kola istediğinizde bile Hamburg’ta üretilen organik kola veriyorlar.
Eğer Kopenhag’a yazın geliyorsanız ya da Danimarka halkı gibi ufak bir güneş size yeterse mayonuzu da mutlaka bavulunuza atın :) Kopenhag’ta birçok yerde kanal ve göllerde yüzen ya da güneşlenen insanlara şahit olacaksınızdır. Biz de böyle bir alan sunan La Banchina’da biraz vakit geçirmek için yemek sonrası tekrar otobüsle Refshaleoen bölgesine geri döndük. Kopenhag havası güneşli olmasına rağmen bizim gibi iki Akdeniz insanı için oldukça serindi ve biz denize girmeye pek niyetlenmedik fakat kıyısında oturup bir şeyler içip güneşlenerek havanın ve ortamın keyfini çıkardık.

La Banchina
La Banchina, Kopenhag Refshaleoen bölgesinde kanal kenarında yer alan ve müşterilerine çok yönlü hizmet sunan bir mekan. Çok yönlü dedim çünkü yazın insanların denize girebildiği bir iskelesi; ağaçlar altında açık mutfağı ve piknik masalarıyla huzurlu bir yemek içme alanı; saunası ve her türlü içeceğin sunulduğu kafe bardan oluşan bölümleri mevcut. Bu özelliklerinden ötürü her mevsim yerli halktan ve turistlerden ziyaretçisi oldukça fazla.

Biz gittiğimizde güneşli hava ve hafta sonu olması nedeniyle oldukça kalabalık bir ortamla karşılaştık. Biraz sıra bekledikten sonra siparişlerimizi verebildik. İçeceklerimizi alıp iskelede güzel bir yere oturduk ve güneşin tadını çıkarmaya başladık. Biz güneşlenirken yemeklerimiz pişti ve yine iskelede oturup yemeğin, içeceklerin ve sadeliğin tadını çıkardık. İnsanlar yüzerken biraz içimiz gitmedi değil fakat arada vuran rüzgar kararımızın doğru olduğunu gösterdi. Burada da Hygge anlarımı yaşadım diyebilirim.
Buradan sonraki durağımız ise aynı bölgedeki eski tersanenin olduğu yerde bulunan Kopenhag’ın en popüler sokak lezzetleri alanlarından biri olan Reffen.

Reffen
Kanal kenarında kurulu konteyner ve ahşap standlardan oluşan Reffen’de dünyanın farklı mutfaklarından sokak lezzetlerini bulabilirsiniz. Geniş bir alana yayılan bu lezzetler arasında Orta Doğu, Yunanistan, Tayland, Meksika, Danimarka ve hatta Afrika mutfaklarını bulmanız mümkün. Kopenhag’taki birçok işletmede olduğu gibi burada da en çok değer verilen şey sürdürülebilirlik. Hatta Reffen’in Reduce and Reuse (Azalt ve Tekrar Kullan) olan mottosundan da anlaşılacağı üzere atık azaltımı ve geri dönüşüme önem verilen bir yer. Bunların yanında mekan etkinlikler için de çok uygun. Özellikle yaz aylarında konserler, DJ performansları, sanat etkinlikleri ve küçük pazarlar düzenleniyor.

Biz öğlen hamburger yiyip daha sonra La Bancina’da da bir şeyler atıştırdığımız için buradaki yemekler ilgimizi çekse de bir şey yiyemedik. Daha önce bahsettiğim Kopenhag’ın yerel bira üreticilerinden olan Mikeller’den biralarımızı alarak kanalın kıyısındaki şezlonglara yayılıp manzaranın ve güneşin tadını çıkardık. Özellikle akşamüstü gün batımına yakın bir zamanda içkilerinizle birlikte manzaranın tadını çıkarmak tavsiye edilen aktivitelerden biri. Şehir merkezine biraz uzak olsa da bu yolculuğa değiyor açıkçası.
Kopenhag: Prolog
Son gün bizim için dönüş günüydü fakat gitmeden uğramak istediğimiz bir yer daha kaldı. Hem Kopenhag’ın en ünlü kahvecisi olan hem de Juno the Bakery (Kopenhag’ın en ünlü fırınlarından biri fakat uzak olduğu için gidilmesi zor) ürünleri satan Prolog’a kahvaltı için uğradık. Konum olarak otelimize yakın olduğu için check-out öncesi kahvaltımızı yapıp hemen geri döndük. En çok beğenilen ürünü bademli kruvasanı ve Kopenhag klasiği olan kakuleli çöreği denedik. Kakuleli ürünlerde en iyisi Hart Bakery onu tasdik etmiş olduk. Juno’nun bademli kruvasanı da ortalama gibi geldi bize. Ama kahveleri gerçekten çok iyiydi eğer kaliteli kahve içmek isterseniz mutlaka buraya uğrayın.

Avrupa’nın kuzeyine ilk defa geldiğimiz ve yaklaşık 3 tam gün süren Kopenhag gezimizin hem gerçek anlamda hem de mecaz anlamda tadı damağımızda kaldı. Şehrin ruhunu hissettiğimiz. Danimarka’nın Hygge felsefesiyle tanışıp seyahatimize entegre ettiğimiz ve aynı zamanda da bolca yeni lezzetler denediğimiz bir seyahat oldu. Siz de mutlaka Kopenhag’ı seyahat listenize ekleyin ve Avrupa’nın en mutlu insanlarının yaşamlarına birkaç gün de olsa ortak olun.

Kopenhag Seyahat En’lerimiz
Kopenhag gezimizde şehri keşfederken en sevdiğimiz fırınlar, restoranlar ve fotoğraf noktalarını derledik. Bu rehber, şehrin lezzet duraklarından en ikonik manzaralarına kadar Kopenhag deneyimimizi şekillendiren “en’leri” içeriyor
✔Kopenhag Favori Fırınlarımız
Hans Coffee
Hart Bageri
Atelier September
Buka
Lille Bakery
Prolog
✔Favori Restoranlarımız
Hooked
Warpigs
Popl
Baest
✔Fotoğraf Noktaları
Nyhavn
Nyboder Evleri
Kastellet
Palads Teatret
Freetown Christiania
Kronprinsessegade
Daha fazla rota, deneyim ve öneri için Instagram sayfamdan beni takip etmeyi unutmayın: @gezmedeyinceben
Yorumlar